Gülşah Öztürk
18 Temmuzda vizyona girecek olan Mamma Mia’dan feyz aldık dosya konumuzu… Sinemada anneler ve kızları…
Hayatlarımıza nokta koyup yeniden başlamamıza, bezen bir virgülle devam etmemize yardım eden; kimi zaman sayfayı baştan aşağı yırtmamıza sebep olan, aniden parlayıp sönen o koyu nefrete, sonsuz sevgiye, tükenmek nedir bilmeyen o güce dair yazılmıştır bu dosya.
Aliens /1986
Ridley Scott’un Alien’ından (1979) sonra; James Cameron, Ellen Ripley’i uykusundan uyandırmış ve yaratıkların inine, gerisin geri yola çıkartmıştı bile. Kurtarılması gereken insanlar vardı. Fakat ne yazık ki Ripley, gezegende bahsi geçen koloniden kimseciklerin kalmadığını anlamıştı. Ta ki saklanmakta olan küçük kızı farkedene dek; Rebecca Newt Jorden. Yaratıkların saldırısından geriye kalan bu küçük kızın yarattığı barınakta, Ripley onu kucağına alır, saldırgan, bir o kadar da korkmuş Rebecca’yı sakinleştirir ve aralarındaki sevgi bağı kaçınılmaz bir şekilde kurulmuş olur. Ripley, yaratıkların saldırısından kurtulmuş olan tek kişidir. Rebecca’da öyle. Biraz sıcak çikolata, biraz şevkat ile Rebecca’nın güvenini kazanır Ripley. İkili olurlar. Ripley, Rebecca’nın annesidir artık ve film boyunca kızını yaratıklardan korumak, kurtarmak için var gücüyle savaşır.
Arizona Dream / 1993
Masallar diyarına hoşgeldiniz. Düşlerini gerçekleştirmek için nefes almaya çalışan Elaine ve kızı Grace’in kâbus dolu ilişkileri arasında bir deli oğlan Axel, onların düşlerini gerçekleştirmek için bir sağa bir sola koşturur durur. Emir Kusturica’nın elleriyle boyanan filmde Elaine’i Faye Dunaway, Grace’i ise Lili Taylor canlandırır. İkili arasındaki kimya; filmin ilk sahnelerinden itibaren kendini açık eder. Elaine; ortayaşını çoktan aşmış olmasına karşı, her hücresinin farkındalığında yaşayan, capcanlı biriyken, kızı Grace, Elaine’i kontrolü altında tutmaya çalışan, ölümden feyz alarak yaşayan bir karakterdir. Grace, Elaine’i dehşete düşürmek için, türlü şekillerde kendini öldürmeye çalışsa da, Elaine’nin uçma arzusunu gerçekleştirmek için, ona uçak hediye etmesiyle, sevgi ve nefretinin harmanını ortaya koyar. İkisi de özgürdür fakat birbirlerine hükümlüdür, evleri onlara zindandır. Biri uçmak, diğeri kaçıp gitmek ister. İkisi de kaçıktır. İkisi de gerçektir.
Mommy Dearest / 1981
Christina Crawford’un 1978 yılında yayımladığı otobiyografisi Mommie Dearest’dan ( Çok Sevgili Anneciğim) bir uyarlama. Frank Perry’nin yönetmenliğinde, Faye Dunaway’in kırk yaşındayken canlandırdığı Joan Crawford; sevgi dolu bir anne değil, aksine, sinir krizleri geçirdikçe, evlat edindiği kızı Christina’ya şiddet uygulayan alkolik bir anne. Filmde; Joan’ın aşırı titizliği ve öfkesi yüzünden Christina’yı var gücüyle dövmesinden tutun da öldürme girişimine kadar her sahnede, tüm hücrelerimizle Joan Crawford’dan nefret ederiz. Christina ise zavallı bir melek. Her şeye rağmen çok sevgili annesinin ardından gözyaşı döküyor. Joan Crawford, 1945’te Mildred Pierce karakteriyle Oscar’a sahip oldu, Betty Davis, Clark Gable gibi birçok ünlü isimle aynı filmde rol aldı. Bu filmden sonra Joan’un her daim çizdiği mutlu aile tablosu ise sekteye uğradı.
Mildred Pierce / 1945
Kızı Veda’nın bitmek bilmeyen arzularının esiri olan Mildred Pierce, “Casablanca” ile en iyi yönetmen dalında akademi ödülü sahibi olan Bay Michael Curtiz tarafından yönetilmişti. Şımarık mı şımarık Veda’nın akıllara zarar hırsları, babasını çileden çıkarsa da Mildred’ı filmin son dakikalarına kadar yıldırmamış, şevkat ve anne olmanın getirdiği, aynı zamanda götürdüğü o engin güçle göğsünü Veda’ya siper etmiş, bizlere de yeter dedirtmiştir. Joan Crawford, Mildred Pierce rolüyle kızı için yapmayacağı şey olmadığını göstermiş ve akademi ödülünü de kucaklamıştır.
Postcards From the Edge / 1990
Carrie Fisher’in 1987 tarihli otobiyografik romanından uyarlanan; senaryosunu yine Fisher’ın yazdığı “Postcards From the Edge”, Meryl Streep ile Shirley MacLaine gibi iki dev ismi kadrosuna aldığı; yönetmenliğini ise Mike Nichols’un yaptığı filmdir. Suzanne’nın kariyeri kısa bir süreliğine düşüşe geçse de yetenekli bir oyuncudur. Ne var ki annesi Doris ise, daha yetenekli bir oyuncudur. Annesinin gölgesi altında kaldığını hisseden Suzanne, sete haplarıyla geliverir ve bu durum yönetmen Kolchek (Gene Hackman)’in gözünden kaçmaz. Suzanne, film şirketi tarafından Doris ile kısa bir süreliğine de olsa aynı evde yaşamaya mahkûm edilir.
Anne Doris kadehleri, kızı Suzanne ise haplarıyla sakinleşecekleri sırada, o an gelir ve birbirlerine karşı sakladıkları bütün düşünceleri bir anda etraflarına saçılıverir. Meryl Streep 1991 yılında Suzanne rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü’ne aday gösterilmişti.
Mermaids / 1990
Filmin akıllarda yer etmiş Shoop Shoop Song adlı müziğini kim anımsamaz ki. Ya da Cher’in birbirinden güzel kostümlerini. Winona Ryder ve Christina Ricci’nin performansları ile aldığı ödüller bir yana, Cher diğer bir yana. Üstüne Bob Hoskins’in de katılımıyla tam bir yıldız geçididir “Mermaids”. Richard Benjamin tarafından yönetilen “Denizkızları”, Patty Dann’nın romanından uyarlama. Herkes tarafından pek çok sevilen filmin öyküsü, problemleriyle başa çıkamadıkça ya da canları sıkıldıkça yer değiştiren anne Rachel ve kızları Charlotte ile Kate’i ele alır. Rachel’dan başka herkes, mutfak dâhil, Charlotte’un annesine nasıl da öfke dolu olduğuna tanıklık eder. Ondan farklı olabilmek adına rahibe olmayı kafasına koyduğu da bir gerçektir. Küçük Kate ise aralarında en eğlenceli olan karakterdir. Bu filmi izlemek keyifli mi keyiflidir.
Stepmom / 1998
Julia Roberts, Susan Sarandon ve Ed Harris’in paylaştığı film, Chris Columbus tarafından yönetilmiştir. Isabel (Julia Roberts) üvey annedir ve Jackie (Susan Sarandon) karşısında filme şüphesiz yenik başlar. Jackie çocuklarının gözbebeği ve mükemmel bir annedir. Isabel’in, kendisini ailenin bir üyesi olarak kabul ettirmesi için çaba sarfetmesi gerekir.
Panic Room / 2002
David Koepp’in senaryosu ve Fincher’in yönetmenliğinde Panik Odası; Meg’in (Jodie Foster) kızı Sarah’nın sağlığını tehlikeye atmış bulunmuş soygunculara karşı verdiği savaşı konu alır. Meg, Panik Odası’nda kızının yaşamı için avcı kesilir.
Ever After / 1998
Annesini hiç tanımamış Danielle, babasının ani ölümüyle sarsılır. Babasından kendisine kalan tek yadigar “Utopia” kitabı ile bir üvey anne ve iki üvey kız kardeştir. “Ever After”, bir Cinderella hikâyesidir. Üvey annesinin bin bir eziyetlerine rağmen, ondan sevgi dilenen Danielle, akıllanmamış olacak ki; sevgi ne kelime, kötü kalpli cadının son hamlesine de boyun eğmek zorunda kalır. Danielle’yı melek yüzlü güzel Drew Barrymore, kötü kalpli üvey anneyi ise Anjelica Huston canlandırır.
Pieces of April / 2003
April, şükran günü sabahına uyanır. Sevgilisi Bobby ile mutfakta hummalı bir şekilde şükran günü hindisini hazırlamaya başlarlar. Hasta annesi ve ailenin diğer üyeleri April’a yemeğe geleceklerdir. Annesi ile hiçbir zaman anlaşamamış olan April için bu yemek son derece önemlidir. April’i Katie Holmes, annesi Joy’u ise Patricia Clarkson canlandırır. Filmin yönetmeni ise Peter Hedges’dir.
Chocolat / 2000
Kırmızı pelerinli anne ve küçük kızının, masal kahramanlarından farksız, diyar diyar gezip, yaptıkları enfes çikolatalarla, kasaba halkına mutluluk dağıtmalarını konu alır. Lasse Hallström’ün yönetmenliğini yaptığı filmde Juliette Binoche rüzgâr gibi eser.
Pride and Prejudice / 2005
Jane Austen’nin romanından uyarlanan Aşk ve Gurur’un (beş kızkardeş ile annelerinin) yönetmenliğini Joe Wright üstlenir. Kızlarını, varlıklı ailelerin çocuklarıyla evlendirebilmek için çalışıp didinen, türlü dolaplar çeviren Mrs Bennet’in çenesi bir hayli de düşüktür. Kızları; Lydia hariç, kalpleri mevzu bahis olduğu zaman daha sakin ve serinkanlılardır. Hepsi de aşkı tercih edip, peşinden sürüklenseler de; şans hem Mrs Bennet’den hem de kızlarından yana güler. Asil ve gururlu kahramanımız Elizabeth Bennet’ı ise Keira Knightey canlandırır.
La Ciociara / Two Women / 1960
Carlo Ponti’nin yapımcılığını, Vittorio De Sica’nın yönetmenliği, Sophia Loren’in ise başrol oyunculuğunu üstlendiği film La Ciociara, 1962 yılında Sophia Loren’e Akademi Ödülü’nü kazandırmıştır. Cesira ( Sophia Loren) ve on üç yaşındaki kızı Rosetta, ikinci dünya savaşı sırasında Roma’dan kaçar ve Cesira’nın doğduğu köye, dönerler. Savaşın tüm olumsuz koşullarına karşı Cesira, Rosetta’yı korumak için elinden geleni ardına koymaz. Fakat savaş, Cesira’nın cesaretinden çok daha büyüktür ve iki kadının Roma’ya dönerken yol öyküsünü cehenneme çevirir.