Kerem Akça
(SPOT) Sinema tarihinde bazı kitsch örneklerini gördüğümüz Batman, 1989-1997 arasında dört filmle onurlandırılarak ciddiye alındı. 2005 yılında ise Christopher Nolan’ın önderliğinde yeni bir seriyle canlandı. Bu serinin ikinci filmi olan Kara Şövalye, bu ay sinemalarda…
DC Comics’in en özlü kahramanı, sinema tarihinde beş ciddi filmle onurlandırıldı aslında. Ancak adını çok da duymadığımız 1943 ve 1966 tarihli iki film daha var. Ama tabii o dönem, kitsch, camp gibi kavramların öne çıktığı ve dalın ‘çöp’ tanımlamasıyla ezildiği bir süreçti. 1978’de Superman çekilene dek çizgi roman uyarlamaları ve fantastik türü için bu haksız yorumlar sürdü. Çizgi roman uyarlamaları, esasen 1989’da Batman ile daha çok ciddiye alınmaya başladı. 2000’li yıllardaysa, gerçek anlamda bir para kaynağı ve önemli bir yan dal haline geldi. Bu dalın Hollywood’un ana iskeletini oluşturması bir yana, bir çok filmde de görsel ve dramatik olarak etkisi oldu elbette. Bunlara The Matrix’in yerinde bir örnek olacağına hiç şüphe yok…
1943’te Lambert Hillyer’in çektiği Batman filmi, ‘Double Feature’ gösteren salonlarda ‘eğlence’ malzemesi olarak stüdyoların ucuza ürettiği bir yapımdı. Siyah-beyaz olması da bu durumu kuvvetlendiriyordu. 1966’da çekilen renkli versiyon ise, kitschi öne çıkaran bir uyarlama olarak görüldü. Tabii kült bir film olarak kabul gören 1968 tarihli Barbarella’yla yakın tarihlere denk gelmesi de, onun dönemine dahil olduğunu kanıtladı. Ancak ciddiye alınan Batman uyarlamalarına dönecek olduğumuzda, 1989 ve 1992 tarihli Tim Burton imzalı Batman ve Batman Dönüyor’un (Batman Returns) dikkat çekerek, çizgi roman estetiğinde çığır açtıklarını söyleyebiliriz. Bu seriyi ise, başarısız bulunan Joel Schumacher imzalı Batman Daima (Batman Forever) (1995) ve Batman & Robin (1997) tamamladı. Son film hem 11 dalda Razzie adayı olduğu hem de gişede beklenen geliri getiremediği için proje yaklaşık 10 seneliğine rafa kaldırıldı. Ancak 2005 yılında Christopher Nolan imzalı bir prequel ile yeniden karşımıza çıktı. Batman Başlıyor (Batman Begins), seriye bir ön bölüm katarak Batman külhiyatını genişletiyordu. Ancak 1989 tarihli Batman’in yeniden çevrimi gibi duran yeni film Kara Şövalye’nin (The Dark Knight) o yapıta ‘devam filmliği’ yapması, bir şekilde Batman mitolojisinin yeniden çevrimlere alan açtığını kanıtladı. Böylece Batman filmleri içinde iki tane birinci bölüm olmuş olacak 2008’den sonra…
Ama bizim için önemli olan, bu beş ciddi Batman filminin çizgi roman uyarlamaları arasında nasıl bir yere oturduklarını incelemek. Buradan da yola çıkarsak, hemen gözümüz ‘Tim Burton’ın yarattığı seri ile Christopher Nolan’ın yarattığı seri arasındaki farklar’ konulu bir fikir jimnastiğine gidiyor. Tabii senaryo yazarlarının farklı olması ve seri yeniden başladığı için dokusal olarak da değişim yapılmak istenmesi, bu durumun ana sebepleri arasında en çok başı çekenler. Öncelikle Batman’in, yani modern dünyanın vampirinin nasıl işleneceği, yönetmene göre değişebilecek bir konu. Zira onun bir aristokrat olduğunu, herkesin uzağında malikanesinde yaşadığını, geceleri Yarasa Adam’a dönüşerek kötülere karşı çıktığını biliyoruz. Kahramanın Kont Dracula’dan fazlaca esinlendiğini de bu özelliklerden ortaya çıkıyor. Zira o da bir aristokrat ve sadece geceleri evden çıktığı için cinayetlerini karanlıkta işliyor, dini umursamadığı için haçla, dış görünüşe önem verdiği için ise sarımsakla öldürülüyor vs vs… Bu liste uzayabilir.
Peki Dracula miti, Batman’in içinde bir çizgi roman kahramanı olarak nasıl canlanıyor?
Elimizdeki Bruce Wayne karakteri, herkesten uzakta yalnız başına uşağıyla yaşayan bir aristokrat. Evliliği reddedip her filmde farklı bir kızla beraber oluyor ve kısa süreli ilişkileri seviyor. Ancak Dracula’dan farklı bir tarafı var. O da bütün filmlerinde şehri ele geçirmeye çalışan iş adamlarını öldürmeye çalışması. Siyah kahramanlık kıyafeti ile gece ortaya çıkması da bundan kaynaklanıyor. Çünkü bu iş adamları, geceleri iş çevirirler arkadan. Bu iş adamları da Joker, Penguen gibi çeşitli kötü çizgi roman kahramanlarına dönüşüyorlar tabii. Joker’in yüzündeki kalan gülümseme ifadesi, o dünyanın yapaylığını yansıtmak için birebirken, Penguen’in şişmanlıktan çirkinleşmesi ‘rahatlık’ın abartılı halini vurguluyor. Yani Batman konsepti aslında üst sınıfı ve iş hayatını eleştirmek üzerine kurulmuş bir formül. Bu yolda da kara filmle yakın akraba ve aslında karizmatik Batman karakterini, yozlaşmışlıkları temizlemek için kullanıyor. Gotham City adlı ‘kurmaca’ kent ise günümüz New York’unu hayali hale getiriyor…
Buraya kadar her şey kolay. Batman’in bir konsepti var. Düşmanları değişken olsa da aynı yolu izliyor her zaman seri. Ancak Tim Burton ile Christopher Nolan arasındaki fark, iki serinin çıkış noktasını, ilginç değişimlerle karşımıza getiriyor. Öncelikle Burton, mitolojiyi seven bir fantezi evreni yaratıcısı olduğu için, onun Gotham City’si, Sin City’deki şehir gibi bir şey. Tamamen hayali bir mekan. Kara filme adapte olması, bu hayali coğrafyanın, dünyanın geri kalanından izole olmuş görüntüsüyle gerçekleşiyor Çizgi roman kahramanları ise daha renkliler ve mitolojik yollardan geçerek hayali hale geliyorlar. Joker’in, Kara Şövalye’deki gerçekçi hali ile ilk filmdeki ‘oyuncakçı dükkanı sahibi’ gibi duran tasarımı arasındaki farkları incelerseniz de bu durumu rahatlıkla çözebilirsiniz. Yani Burton, kara film zeminini olgun bir masala dönüştürüyor esasen. Tabii yıl 1989 olduğu için de, çizgi roman estetiğinde çığır açıp, o döneme kadarki en bilinçli uyarlamayı çıkarmayı beceriyor…
Christopher Nolan ise ilk Batman filminde başrole iyi oyunculuğuyla nam salan Christian Bale’i alıyor. Çünkü amacı daha gerçekçi bir seri başlatmak. Bu sebeple de mitoloji yerine psikolojinin üzerine gidiyor. Gotham City ise daha çok 11 Eylül sonrası New York City’nin buhran halini yansıtıyor. Herkesin psikolojisi bozuk ve ışık oyunlarıyla bu karamsar durum yansıtılıyor. Film, renkten çok siyah-beyaz dokuyla ilerliyor. Kötü adam olarak Cillian Murphy’nin canlandırdığı ve süper güçlere sahip olmayan bir sosteye mensubunun kullanılması da bu gerçekçiliği tamamlıyor. Nolan’ın Batman karakterinin ve diğer karakterlerinin algı ve bellek gibi kavramların üzerinden yanısıtılması, modernize edilmiş kara film iskeletinin merkeze yerleşmesini sağlıyor. Yani aynen Memento ve Following’de olduğu gibi…
Lafın özü, farklı bir Batman serisinin başlangıcındayız. Evet, daha renkli ve eğlenceli karakterler göremeyeceğiz bu sefer. Fakat daha olgun, psikolojik sorunları olan karakterler kullanan, politik arka planlı ve felsefik Batman filmlerinin bizi beklediği kesin. Tabii bu, Batman konseptinin farklı yönetmenlerle nasıl değişkenlik göstereceğini de kanıtlayacak. İki serinin çizgi roman estetiğini kullanma konusunda nasıl bir yere oturdukları ise, ‘tamamen yönetmen yorumuna göre değişken’ olarak değerlendirilebilir. Ancak ilk Batman’in döneminde çığır açtığı, şimdiki Batman’in ise yoğun piyasanın içinde Hulk, Günah Şehri gibi filmlerin yanında kendi kulvarında sıkışıp kaldığı söylenebilir rahatlıkla…