SERDAR AKBIYIK
Türk Sineması adına O…Çocukları gibi tartışmaya açık filmleri izlediğim zaman ünüyorum. Herşeyden önce filmin yaratıcılarının arasında bir parçalanma var. Film sinema dili anlamında sanki bıçakla ikiye bölünmüş gibi. Senaryoyu yazan Önder’in dili ve duygusal alt yapısı üzerine yönetmen Murat Saraçoğlu’nun çözümlemeleri oturmuş. Fakat iki ayrı anlayışa sahip sinemacının bu kaosu ne yazık ki filmi de ortadan ikiye bölmüş. Bir bakıyorsunuz inanılmaz bir gerçeklik ve ağır dramatik bir yapı bir bakıyorsunuz Emir Kusturica tarzı sahne finalleri. Tabii böyle olunca izleyici başlıyor öykünün gerçekliğini yargılamaya. İzleyiciyi filmin kendi dramatik yapısı ve sinema dili yönlendirir. “Beni gerçeğe yakın algıla” veya “Ben gerçeğin sadece bir izdüşümüyüm beni buna göre değerlendir” der. Ne yazık ki O…Çocuklarında tam anlamı ile bir karmaşa sözkonusu. Bu karmaşayı atlatırsak bu sefer de senaryonun kendi mesajları ile ilgili konuşmamız gerekir. Sırrı Süreyya Önder gerçekten de son dönemlerin en etkileyici senarist ve yönetmenlerinden diyebiliriz. Önder’in 12 Eylül’ü birebir yaşadığını ve hapis yattığını göze alırsak öfkesinin akan suyu yolundan şaşırttığını da söyleyebiliriz. Filmdeki işkence sahnelerine veya polis tiplemelerine diyeceğim hiç bir şey yok. Fakat İtalya gibi bir ülkenin bize medeniyet satması fikrine toptan karşıyım. Bütün Güney İtalya’nın sefaleti ortadayken, hükümet yapılanmasının mafya tarafından ele geçirildiği, bir çok ağır kriz dönemleri yaşadığı bilinirken bizim ülkemize
medeniyet öğretisi yapacak belki de son ülkedir İtalya. Oyunculuklara gelince Demet Akbağ bir tarafa diğerleri bir tarafa diyorum. Ağır dramatik rolünü doğal espiritüel yeteneği ile bize öyle bir sunuyor ki Akbağ onu kana kana seyrediyoruz perdede. Özgü Namal için de oyunculuğunu ciddiye aldığını söylemeliyiz. Sarp Apak ise bence en zayıf halka. Oyunculuğu için eleştiride bulunmak istemiyorum ama filmdeki rol onun rolü değil. Bu Apak’tan çok castı hazırlayanın hatası.