Banu Bozdemir
İran sinemasının gerçekliği, bu gerçekliği en yalın biçimiyle yansıtışı karşısında her zaman hayranlık duymuşumdur. İran’ın yasaklar içinde kendince geliştirdiği çok radikal çözümleri var. Mümkün olduğunca bu gerçekliği ve radikal çözümleri takip etmeye çalışıyorum. Bu ülkede bazı şeyler o kadar gelenek halini alabiliyor ki, sinemadan babadan eşine hatta kızlarına kadar geçebiliyor. Mohsen Makhmalbaf’ın kızı Hana ilk uzun metraj denemesinde bize uzak olmayan ama bir o kadar uzak olan bir konuya, okuyamayan kız çocuklarına çeviriyor kamerasını. Filmde her şey çok can yakıcı. Tek sevimli şey, kendinden beklenmeyen bir olgunluğa sahip olan Baktay.
İran’da şehirde geçen, şehirli insanların yaşamına odaklanan filmler çok az. Filmde genelde kırsalda, çocuklar ve kadınlar üzerine geçiyor. Bu filmde hem okuyamamanın, hem de kız çocuk olmanın hem de erkek egemen bir dünyada yaşamanın zorlukları çarpıcı bir dilde anlatılıyor. Filmlerin bazı handikabı seyircinin gözünde duygusal ritimleri abartmasıdır. Ama bu filmde daha fazla abartılması gereken öğeler var. Erkek çocukların bir Taliban ya da bir Amerikalı kılığında küçük Baktay’ın karşısına çıkmaları bile onu yıldırmıyor. Kendisine bir kitap ve kalem almak için giriştiği çaba gerçekten de can yakıcı. Oyunculuklar inanılmaz gerçekçi. Karşımızda yaşanan her şey gerçek zira…
Utanç bir çocuk filmi değil, sadece çocukların oynadığı bir film ama bence bütün çocuklara izlettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir gerçekliğin var olduğunu anlamaları lazım. Çünkü Baktay o yaşında her şeyin farkında. Yoksulluğun etrafını çevrelediği, bir mağaranın içinden taşan kocaman yüreğiyle ‘ben okumak istiyorum’ diye bağırıyor. Ve gerçekten de bir şekilde, çeşitli ‘küçük’ engelleri aşarak okula ulaşıyor.
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde FIPRESCI, San Sebastian’da Jüri Özel Ödülü, Roma’da ise Unicef Özel Mansiyonu’na layık görülen Utanç, 18 yaşındaki bir kızın kendi ülkesindeki gerçeklere sade ama çarpıcı bir dilde baktığı bir film. Yine aynı aileden Samira Makhmalbalbaf’ın çektiği Karatahta ise sırtında kara tahtasıyla öğrenci arayan bir öğretmenin öyküsünü anlatıyordu. Evet gerçek hayatta her şey özveri üzerine kurulu… Sinemada bu iki özverili durumu buluşturmak üzerine kurulu… Ama gerçekler elverdiği sürece… O yüzden İran’dan gelen filmlere iki kere dikkat edilmeli!