Mevlana: Aşkın Dansı filminin yönetmeni Kürşat Kıbrız ve oyuncusu Burak Sergen ile evrensel aşkı ve Mevlana’yı işledikleri film üzerine konuştuk.
BU yıl UNESCO tarafından Mevlana Yılı olarak kabul edildi. Çeşitli etkinliklerle kutlanan bu anlamlı yılın en önemli teşebbüsü 25 Nisan’da vizyona giren “Mevlana: Aşkın Dansı” adlı belgesel. Filmin yönetmeni Kürşat Kıbrız ve oyuncusu Burak Sergen’e filmle ilgili sorularımızı yönelttiğimizde şöyle bir cevap verdiler: “Eğer sevgiye, dostluğa, hümanizme inanıyorsak bunun çatısı Mevlana’dır. İçinde biraz sevgi tohumu olan bir insan, kimliği ve etiketi ne olursa olsun bu filmi izlesin.” İşte Mevlana filminin yaratıcılarının röportajı.
Senaryo nasıl ortaya çıktı?
Kürşat Kızbaz: Özellikle belgesel filmlerdeki senaryo ciddi bir araştırma çalışma sürecini gerektirir. Böyle bir şeyi yapma hayali üç senedir var. Geçmişimde de bir Mevlana belgeseli var. O süreç devam etti. Ne zaman son noktayı koydun derseniz, filmin bittiği gün senaryosuna son noktayı koydum.
Mevlana’nın hangi dönemine odaklandınız?
Kızbaz: Biz evrenselliğe ulaşan Mevlana’yı anlattık. Dünya insanı olan Mevlana’yı anlatmaya çalıştık. Sheakespeare’in Mevlana ile olan iletişimini, Mevlana’nın Goethe’ye, Rembrandt’a, Spinoza’ya, Hegel’e, Novalis’e, Papa’ya yansımalarını anlatmaya çalıştık. İlahi aşkı bulduğu Şems’i, Şems’den sonraki dönemini de ana hatlarıyla anlatmaya çalıştık. Bu bir dramatik belgesel, ama şiirsel dilde akan bir belgesel.
Canlandırma farklı bir oyunculuk gerektiriyor, “cast”ı yaparken neye dikkat ettiniz?
Kızbaz: Herşeyden önce Mevlana tarihe, dünyaya damgasını vurmuş bir kişi. Dünyada herkes Mevlana’yı çok iyi biliyor. Mevlana’yı anlatan ve Mevlana’yı anlatmaya destek olan yan karakterlerin de özel insanlar olmasını istedim. Sanatsal açıdan belli bir altyapıda olmalarını istedim. Müşfik Kenter’den Selçuk Yöntem’e, Burak Sergen’den Sinan Tuzcu’ya, Özcan Deniz’den Turan Özdemir’e hepsi de kamera önünde kendilerini sanatsal açıdan ispatlamış kişiler.
Özcan Deniz popüler olduğu için biraz öne çıkıyor. Özcan Deniz’i seçmenizin nedeni nedir?
Kızbaz: Ben Özcan Deniz’e çok inanıyordum. Özcan çok iyi bir oyuncu. İnsanların yapmış olduğu işler çok farklı olabilir, şarkı söyleyebilir, ama Özcan Deniz’in sanatsal “background”una baktığınız zaman Türkiye’de “Oyuncuyum” diyen insanların çoğundan daha tecrübeli. Dizileriyle, filmleriyle çok ciddi bir gelişim grafiği sergilemiştir. O karaktere çok uyuyordu. Mevlana’nın Mesnevisi’ni yazmasına sebep olan kişiyi, Çelebi Hüsamettin’i canlandırıyor. Dergahtaki duruşu, dergahtaki konumu, güvenilirliği, sevilirliği çok önemlidir Çelebi Hüsamettin’in. Tabii biz 80 dakikalık bir dramatik bir belgeselde bu kadar detayına inemedik ama bize o inandırıcılığı verebilen bir insanla çalışmak istedik.
Film, Birleşmiş Milletler tarafından desteklendi.
Kızbaz: Mevlana yılını ilan eden UNESCO’nun üstünde olan Birleşmiş Milletler ile böyle bir filmde birliktelik yapmak bir onur. Çünkü bu devletler üstü bir kurum. Dünyada Mevleviliğin korunması adına Mevlana Yılı’nı deklare eden bir kurum. Filmin dünyaya açılması adına UNESCO ve BM önemli, onlarla güç birliği yapmak bizim için bir onur.
Siz “cast”a nasıl dahil oldunuz Burak Sergen?
Sergen: Kürşat çok güzel senaryolar koyuyor insanın önüne “Hayır” diyemiyorsunuz.
Rolünüzle ilgili ne dersiniz?
Sergen: Ben Şems’i oynuyorum. Senaryoyu Kürşat çok güzel harmanlamış, çok güzel birleştirmiş canlandırma bölümlerini, belgesel niteliğinde olan yerlerini birbirinden çok güzel ayırmış. Biz canlandırma bölümlerinde bulunduk. Biliyorsunuz dökümanter filmlerde minütaj doldurma adına gereksiz bir takım şeyler yapılır, ben bu senaryoda öyle bir şey görmedim. Yani Şems Şems gibi, Mevlana Mevlana gibi.
Kızbaz: Sinemaya gönül veren her insan gibi Burak Ağabeyi hayranlıkla izlerdim. Özellikle tarihi şahsiyetler konusundan canlandırdığı karakterler sinema tarihinde özel projelerdir. Ciddi anlamda entellektüel “background”u da olduğu için Şems için olabilecek en doğru isim Burak Ağabey’di, o lütfetti sağ olsun.
Sergen: Biz konuştuk Kürşat’la. Şems 13. Yüzyıl için çok ütopik denebilecek derecede marjinal bir adamdı. Kürşat, belgeselde çok net bir şekilde onları oraya koymuş ve daha çok bir beden diliyle gittik Şems’in üzerine. Artık dünya tiyatrosu da vücut anlatımına dönen tekstleri kabul eder oldu. Tabii ki klasik her zaman vardır ve onlar oynanmalıdır ama bu yeni içerisinde artık dil internasyoneli tamamen vücuda döndü. Kürşat onu çok güzel kullanmış, onun üzerinde durduk, yani o marjinalliği vücuda geçirip kamera önünde nasıl mizansenlerini kurarız gibi Kürşat’ın çok güzel fikirleri vardı, beraberce kafa kafaya verip onu birleştirdik.
Şu an dünyanın siyasi konjonktüründe Mevlana’nın fikirleri nereye oturuyor?
Kızbaz: Mevlana’nın fikirleri bugün dünyanın her yerinde aslında, ama görebilene. Bugün sevgiyi, barışı, hümanizmi, dostluğu, kardeşliği, tevazuyu, hoşgörüyü dünyada yaşamayı istiyorsak bir şekilde Mevlana ile buluşuyoruz. Dünyanın her yerinde savaş var, savaş olmayan yerlerde de insanlar mutsuz. Teknolojinin aşırı şekilde hayatın içerisinde olması, küreselleşme, şehirleşme… Bugün baktığınız zaman büyük şehirlerde insanların çoğu maalesef mutsuz ve yanı başındaki çok ufak değerleri ama altındaki çok büyük dünyaları göremeyebiliyor. Aslında Mevlana 800 yıl önce o ışığı yakmış ve hala görebilene yansıtıyor. Bizim de amacımız bu güzel değerleri, dünyanın aslında yaşanabilir kısmını, yaşanabilir dünyayı, güzel dünyayı insanlara anlatmak. Ufacık da olsa anlatmak. Bir şekilde aşkı da göstersek, sevgiyi de göstersek, minnacık, su damlası kadar olsa göstersek film misyonunu yerine getirir. Çünkü bu filmin misyonu sevgi, bu bir sevgi filmi, barış filmi dostluk filmi. Güzel insanların destekleriyle olmuş bir sevgi filmi bu.
ABD’nin siyasi söylemindeki Ilımlı İslam düşüncesi İslam’ı bir şekilde bölüyor. Ve bu “Ilımlı İslam” Mevlana’nın sevgi felsefesiyle görünürde bir paralellik yaratıyor.Aslında burada bir çatışma söz konusu değil mi?
Kürşat Kızbaz: Tabii ki her eğitim almış bir insan gibi benim de bu konuyla ilgili yorumlarım olur. Ama bu sorunun cevabı benim açımdan şimdi verilecek bir cevap değil.
Burak Sergen: Bu Amerika’nın bize söylediği bir şey. Önemli olan bizim buna nereden baktığımız. Biz bunu nasıl yorumluyoruz? Sizin algılamanız çok önemli. Sanat adına örnek vererek cevaplamak istiyorum. Bizim sanatçılıkta şöyle bir şey vardır: Aman Amerika’yı örnek alalım, İngiltere’nin tiyatrosunu örnek alalım, Batılılaşma yolunda onları örnek alalım… Tabii ki Mustafa Kemal’in bunda çok önemli adımları vardır. Bunları alın, bunları yapın. Ama önemli olanlar yaptıklarınız size uysun. Bence sorunuzun cevabı da bu. Onlar bize bir takım şeyleri diretebilirler, bir takım şeylerin başlıklarını atabilirler. Böyle bir ülke olun, şöyle bir ülke olun diyebilirler. Çünkü özgür bir dünyada yaşıyoruz herkesin bir takım diretmeleri olabilir. Ama sizin algılamanıza bakarım ben. Kötü yönde algılarsanız kötü olur. Ama iyi yönde algılarsanız ondan da alınacak çok şey vardır. Ilımlı İslam’dan sizin ve benim anladığımız ne? Ülke için en doğrusu nedir diye düşünüyorum ben, algılama konusunda.